Kişisel özgürlüğe hürmet, günlük yaşamın bir parçasıydı.
1950-1956 yılları boyunca, Ankara Üniversitesi’nde tıp eğitimindeydim. Türkiye’nin birçok bölgesinden gelen arkadaşlarım olmuştu. Türkçeyi konuşma şivemden dolayı arkadaşlarım, Kıbrıslı bir Türk olduğumu hemen farkederlerdi. “Sen Alevi misin? Sen Kürt müsün? Sen Hemşinli misin? Cuma günleri camiye gider misin?” gibi sorularla bir meşguliyetimiz yoktu. Sınıfımdaki öğrencilerin üçte birinden fazlası genç kızlardan oluşmaktaydı. Onların başları kapalı değildi. Bu kız öğrencilerinden hiçbirinin aklına saçlarını kapatma konusu gelmiyordu. O zamanlar Ankara yaşamımda, bizi biz yapan müştereklerimizin en önemlisi, ayrımcılık yapmadan, arkadaşlık, komşuluk yapmak ve beraber çalışmaktı. Kişisel özgürlüğe hürmet, günlük yaşamın bir parçasıydı.
İngiliz tabiyetinde olduğum için tıbbiyeden mezun olduktan sonra Türkiye’de paralı olarak çalışamazdım. 1957’de Amerika’ya gittim. 1974-1975 yıllarında 13 ay boyunca, bu defa Ankara Tıp Fakültesi’nde misafir öğretim üyesi olarak tekrar bu şehirdeydim. O zamanlar Mustafa Kemal’i Atatürk yapan psikolojik süreçleri araştırmak ve Amerika’da bir tarihçi ile ‘Ölümsüz Atatürk’ kitabını yazmak için çalışıyordum. Ankara Üniversitesi’nden bir profesör, bizim kaldığımız apartmana çok yakın bir evde yaşıyordu. Hemen hemen her iş günü arabasıyla beni üniversiteye götüren yakın bir arkadaşım olmuştu. Atatürk üzerinde yaptığım araştırmalar, içinde heyecan yaratıyor ve çalışmalarıma katkıda bulunuyordu. Çok yıllar geçtikten sonra, bu yakın arkadaşımın bir Kürt olduğunu öğrendim.
Son 10 yıllarda, her yıl Türkiye’de konferanslar verdim veya misafir öğretim üyesi olarak Ankara, İzmir ve İstanbul’da aylarca kaldım. Şimdi başka bir Türkiye ile karşılaştığımın farkındayım. Her toplantıya katıldığımda, bir kişi veya birkaç kişi, toplantıya katılanları bana tanıtırken, onları; dinci Türkler, milliyetçi Türkler, Kürtler, Aleviler, Hemşinliler, Fetocular, Yahudiler gibi terimler kullanarak tanıtıyorlardı. Eskiden yasadığım müşterekliğimizin önemli bir parçası olan ‘ayrımcılıktan kaçınma’ kaybolmuştu. Bu kayboluşun, Türkiye’nin içinden ve dışından gelen birçok nedeni bulunmaktadır. Bu kısa yazıda bu nedenleri inceleyemem. Yalnız bunların birinden söz edeceğim.
Son 10 yılda iletişim teknolojisindeki inanılmaz gelişmeler, dünyanın bir yerinden başka bir yerine en kısa zamanda ulaşma imkanları, küreselleşme diye adlandırılan eylemler, büyük grup kimlikleri ayrı olan insanları hızla karşılaştırmış ve birbirleri ile aralarında mukayese başlatmıştır. Bu durum, dünyanın birçok yerinde “Şimdi biz kimiz?” olarak tanımlayabileceğimiz bir medeniyet oluşturdu. Örneğin, ‘Brexit’ bu konuyla ilgilidir. Dünyanın birçok yerinde ve Türkiye’de, bu metaforik soruya cevap, geriye gidip eski tarihi gelenekleri ve müştereklikleri canlandırmakla yanıtlanabilir. Bu sürecin olumlu tarafları yanında, olumsuz tarafları da var ve bu olumsuz tarafların trajedilere yol açtığını görmekteyiz.
DAEŞ’in (IŞİD) Sünni tarihindeki şanlı olay ve kavramları yenilemek amacı ile yarattığı felaketleri her gün izliyoruz. Türkiye’de de geriye gidip eski gelenekleri tekrar yaratma isteği gelişti. Bunun için din bir politika aleti olarak kullanıldı. Halkın çoğuna, kurulduğu dönemden itibaren Türkiye Cumhuriyeti’nin inançlı insanlara baskı yaptığı fikri yaratıldı veya hiç olmazsa abartıldı. Bu gruba mağdurluk aşısı yapıldı ve onlara, bilinç dışından, kendi inançlarında olmayanları düşük görme hakkı verildi. Bu durum, başka nedenler yanında, yukarda anlattığım ve herkesin her gün farkına vardığı kimlik konfüzyonunu geliştirdi.
Doğan Grubu’nun “Tükiye’nin Ortak Değerler Hareketi - Müştereklerimizi Keşfedelim, Geleceğe Beraber Yürüyelim” projesini çok yararlı buluyorum. Bu girişimde kullanılan “Barret National Values” araştırması hakkında profesyonel bir bilgim yok. Araştırmanın sonucunu öğrenmeyi bekleyeceğim. Bu arada bu projenin gelişmesini ve korkmadan Türkiye’deki kimlik konfüzyonunun kaldırılması için neler yapılabileceğinin bulunmasını ümit ederim.